16 Eylül 2013 Pazartesi

Ada'm...

2013 yazında Bozcaada'nın yükselen yıldızı, favori mekanı neresiydi diye bir anket yapılsa; cevabım kesinlikle Ada'm restaurant olur.

Ada'nın kemikleşmiş ve favori mekanları arasına  hızlı ve sağlam bir giriş yaptı. 

Sevdiğim bir çiftin vesilesi ile tanıdığım Adam'ın sahibi Saada hanım, özenli ve titiz çalışmasının karşılığını  alıyor, butik bir hizmet veriyor tüm misafirlerine. 

Bir çok yerde Ada'm ile ilgili güzel yazılar okudum, beğenildiğini biliyordum ama hafta sonu bozcaada lezzet festivalinde duyduğum beğeniler beni çok mutlu etti; 

Festivalde adalı hanımların kendi elleri ile yaptıkları yemekleri tatmadan, açılıştan önce yemeklerin fotoğraflarını çekiyordum. Adalı bir teyzem ne iş yaptığımı, nerden geldiğimi, fotoğraflara nasıl ulaşabileceğini sordu. Ben de Ada'm restaurantın sahibi Saada hanıma gönderirim, o boztid aracılığı ile size iletebilir sanırım derken teyzem Ada'm çok iyi bir yer, çok güzel bir yer yaptılar, çok beğeniyorum, tebrik ederim diye övgülerini iletmeye başladı. Yerel halkın böyle güzel beğenisi almak kolay olmasa gerek.

Harika mezeleri ve beğendili balığı mutlaka tadılması gereken lezzetlerinden sadece ikisi..,





15 Eylül 2013 Pazar

Hayal...bir gün gerçek olacak...


Herkesin doğup büyüdüğü, yaşadığı yerden başka kendini ait hissettiği, bir fırsatını bulduğunda derhal kendini orada bulduğu, "aşık" olduğu , yaşamak için hayalini kurduğu yerler vardır. 

Benim için o yer; Bozcaada...

Ada'yı bir kere görüp de aşık olmayan yoktur sanırım. Eski taş evleri, dar sokakları, buz gibi denizi, rüzgarı, koyları, sıcacık insanları... Her biri etkiler insanı. 

Çok değil sadece 5 sene önce gittim ben ilk defa adaya. Ondan sonra yaz tatillerinde 4-5 gün bile olsa hep gitmek için fırsat kolladım. Bir şeyler canımı sıktığında adada olduğumu hayal eder, bir gün orada yaşamanın ne güzel olacağını düşlerim.
Her adaya gidişimde kimi zaman minik bir kafe, kimi zaman bir pansiyon işletmenin hayalini kurarken buluyorum kendimi; Satılık yazan eskice ama sevimli bir evin camına, adeta yapışıp içini görmeye bile çalışıyorum, olmayan paramla satın alabilir miyim diye düşünüyorum. 

Bayram zamanları adaya gidebilmek için saatlerce kuyrukta beklemeyi bile seviyorum. Her seferinde sanki ilk defa görüyormuşcasına adayı fotoğraflamayı, polente fenerinde güneşe veda etmeyi seviyorum. 

Hayat devam ettikçe yeniden adaya gideceğimin umuduyla, tekrar görüşeceğimizi düşleyerek vedalaşıyoruz her seferinde. Diğer bir çok ada aşığı gibi rüzgarın beni yeniden adaya götüreceği günü beklemeye başlıyorum... 



 




Uzunca bir aradan sonra devam...

Yaklaşık 7 ay geçmiş son paylaşımımdan bu yana.  Bu sefer düzenli yazmaya başlamak istiyorum. 
Umarım bu isteğim kararlılıkla devam eder...

3 Şubat 2013 Pazar

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!



Bir İstanbul aşığı olarak bunca yıldır Galata Kulesi'ne çıkmamış olmaktan dolayı kendime kızardım.  Galata çevresinde dolanıp,  dışından,  bazen uzaktan hep fotoğraflarını çeker, hayranlıkla bakardım Galata Kulesi'ne.  Daha önce de kuleye çıkmak istemiş ama kapısına geldiğimde sıra olduğunu görünce vazgeçmiştim.

Dün sabah fotoğraf makinemi alıp çıktım yola. ne geçmişi düşünecek ne de gelecek kaygısı duyacaktım. Sadece İstanbul, ben ve fotoğraf makinem canımız ne isterse onu yapacaktık.

Beyoğlundan karaköye inip, vapura binip belki üsküdar belki kadıköye düşecekti yolum...

İstanbul sokaklarına kendimi bırakmışken, hiç aklımda yokken Galata kulesinin giriş merdivenlerinde buldum kendimi...

Uzaktan beni kendine çeken bu kuleden İstanbul nasıl görünüyordu gerçekten merak ediyordum.

7 kat asansör yolculuğu sonrası 2 kat merdiven çıkarak ulaştım muhteşem İstanbul manzarasına... Boğaz köprüsü,  çamlıca, kız kulesi, adalar, tarihi yarım ada, galata köprüsü...  tüm ihtişamı ile karşımda duruyordu... bu güzel manzaraya martılar şarkıları ile eşlik ederken kule etrafında gezdikçe rüzgar "işte İstanbul" diye fısıldıyordu sanki..

Kule etrafında kaç defa dolaştığımı bilmiyorum ama her baktığımda farklı bir güzellikle parlıyordu İstanbul...

Galata kulesinde geçirdiğim zaman boyunca tüm cömertliği ile fotoğraf makineme yansıyanlar dışında, ne kelimelere ne de fotoğraflara sığdıramadığım neler hissettirmedi ki bana bu güzel şehir; Bir kaç yüzyıl önce Galata Kulesinden Üsküdar'a kadar uçan Hezarfen Ahmet Çelebi'yi anlamak,  İstanbul'u kanatlarımın altına almak, Yahya Kemal Beyatlı'nın o güzel şiirini mırıldanmak;

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.


İstanbul'u görmek ve dinlemek tarihi bir kuleden... bir kere daha aşık olmak bu şehire...