18 Şubat 2012 Cumartesi

Resimlerle Dolu Bir Rüya...

Abdi İbrahim İlaç firmasının 100. yılı sebebiyle bizlere ulaştırdığı Van Gogh Alive sergisine gittim bugün.  Bu sergi bidiğimiz resim sergilerine benzemiyor.  Gerçekten de reklamlarda dedikleri gibi çerçeve yoktu ve biz resimlerin içindeydik. 
Son yıllarda özellikle büyük şirketlerin sponsorlukları ile çok güzel sergiler geliyor ülkemize.  Bugün  sergiye girerken ve çıkarken uzun bilet kuyrukları görmek bu sergilere olan ilgiyi göstermesi açısından hoşuma gitti.

Sergi Van Gogh'un 10 yıllık bir dönemdeki eserlerini içeriyor.  Sanatçının bu dönem boyunca ruh halinde yaşanan değişikliklerin eserlerine de yansıdığını görüyoruz.

Sergi, otoportrelerle başlıyor.Karanlık Hollandalı dönemden Paris'in enerjisi ile Fransa'ya ilerliyoruz ve çiçekler, bahçeler, meyve sepetleri tuvalde canlanıyor.  Sonra Fransa'nın güneyinde Arles'de tekrar canlanan resimlerle buluşuyoruz. Japon sanatına duyduğu sevgi, ayçiçek serisi, akıl hastanesinde geçirdiği zamanların eserlerine yansıması, ruhundaki boşluğun geniş manzaralarda anlam bulması ve son dönemleri...

Tüm bunlar güzel bir teknoloji ile duvarlara yansıtılıyor.Sergiyi gezerken Van Gogh döneminin klasik müzikleri de bize eşlik ediyor. 

Sergiye ilk girdiğimde bir baş dönmesi yaşadığımı itiraf etmeliyim.  Karanlık bir ortamda duvarlarda canlanan resimler görmek insanı bir boşlukta,  bir rüyadaymış gibi hissettiriyor.  Bu sergiyi ifade etmek için "rüya" kesinlikle doğru kelime... Gerçeküstü bir yerde etrafınızda hayatınızın çeşitli evrelerini anımsatan anlar içsel bir yolculuk yaptırıyor adeta...

Duvarları süsleyen eserlerin yanı sıra sanatçının hayata ve sanata bakış açısını yansıtan güzel sözleri de durup düşündürüyor.

Sergide çektiğim fotoğraflardan oluşturduğum kolajları aşağıda görebilirsiniz.





Kesinlikle görülmesi gereken bir sergi...

Sergiyi 15 mayısa kadar Antrepo 3 Karaköyde görebilirsiniz.

İstanbul'da bir efendi... İstanbul Efendisi...

Şehir tiyatrolarının oyunlarını en sevdiğim, kesinlikle eğlendiğim ve güldüğüm, oyuncu kadrosunu en beğendiğim yönetmenlerden biri şüphesiz Engin Alkan... Geçen sene Tarla kuşuydu Juliet ve Şark Dişçisi oyunlarından sonra izlemediğim eski oyunlarından olan İstanbul Efendisi'ni de nihayet geçen cuma izleyebildim. 

Engin Alkan'nın yönettiği bir oyun denince aklıma gelenler; yine harika müzikler, harika şarkılar...ekip olmayı başarmış, işlerini eğlenerek yapan oyuncular oluyor... Bir de uzun  en az 3 saat süren oyunlar... Oyunun uzun olduğunu ancak oyun bitip çıktığınızda anlıyorsunuz, oyun öyle akıcı bir şekilde devam ediyor ki zamanın farkına varamıyorsunuz....ve tabi Engin Alkan'ın kendisinin de bir oyuncu olduğu oyunlarda yönetmene bir iki laf söylemesi de oyuna ayrı bir hava katıyor... 

İstanbul efendisine geri dönersem,  oyun çok eğlenceli... Oyundaki şarkı seçimleri çok başarılı... Birden bire kendimizi oyunculara eşlik ederken bulabiliyoruz...Oyun, çok eski zamanlarda geçiyor.  Herkesin korktuğu bir İstanbul beyefendisinin kızının bir gence aşık olması ve onunla evlenebilmek için mahallelerinin herşeyi bilen hanımefendisinden (Çengi Afet) yardım istemesi sonucu babası ve çevresindekilerin yaşadıklarını konu alıyor.  Oyunda sevdiğim iki rol vardı özellikle,  İistanbul beyefendisinin oğlu İrfan (Çağlar Çorumlu) ve Feraset (Çengi Afet'in yardımcısı)... Çağlar Çorumlu, molla olmaya çalışan ama aklı başka konularda olan  İrfan karakterini o kadar güzel oynuyor ki,  oyun sonunda en çok alkışı o alıyor seyircilerden...

Oyunda oynamak istediğim bir rol ise,  Çengi Afet'in kızlarından dilsiz Fidan... Zor bir karakter ama Çiğdem Gürel çok başarılı bir karakter ortaya çıkarmış...

Ailece, eğlenceli vakit geçirmek için İstanbul Efendisi biçilmiş kaftan...
İyi seyirler.